Hastanın demin kıpkızıl olan yüzü morarıyor, gözleri büyüyor, dikleşiyordu; burun delikleri de ağız gibi açılmıştı, gerilmişti, kurumuştu. Yanındakiler morluklarına, gömleğinin düğmelerini çözmüşlerdi, göğsü sık sık kabarıp iniyordu. Yani bütün bir boğulma nöbeti başlar başlamaz…
Nihayet çehre çivitle boyanmış, şiş, alçılı, korkunç, başı belirsiz bir aktar maskesine döndü; eğreti bir şey oldu. Asıl yüzü, biraz evvel kanı işleyen, bıçakları atan, adaleli oynayan yüze yabancılığını yadırganılığını görüyordum. Bana öyle geliyor ki maskenin altında rahat, canlı, genç çehre, hâlâ var, saklıdır, şöyle açıvermek kabil olsa.
Şüphe yok, hasta Beyrut’u bulamayacaktı.
Yol üstü, büyükçe bir köyde, bir doktor tabelasına rastlayınca durduk. Hemen atladım; ben atladım, zira arkadaşlar artık yarı katılamış olan vücudu kollarından bırakmıyorlardı.
Kapıyı çaldım, arkasında bir bekliyormuş gibi parkacak açıldı, bir papaz, uzun boylu, sismiyah vakarlı bir papaz göründü sordum:
“Doktor burada mı?”
Ağır ağır, kilise sesiyle cevap verdi:
"Burada idi… Biraz evvel Allah’ın davetine icabet etti.
Ruhu istirahatte olsun, amin!"
Bütün tüylerim ürperdi, elimle arabayı ve arabayıkinin gösterebildim.
“Rahat etmesine dua edeceğim birisi de orada!” der gibiydi… Sonra önüme, ardıma, yanıma bakmaya koşmaya başladım. Öyle sanıyorum ki, ben de gurtlağında bir ari işnesi ve yüzümde o çivit renkli maskesi…
Resimde, bir metin parçası görülüyor. Metinde hastanın durumunu ve doktor arayışını konu alan bir hikaye anlatılıyor. Hikayede hasta ve ona refakat eden kişiler, sonunda bir papazın yanına ulaşarak doktorun artık orada olmadığını ve Allah’ın davetine icabet ettiğini öğreniyorlar. Metnin hikayesi duygusal ve gerilim dolu bir atmosfer yaratıyor.